“Parsel parsel eylemişler dünyayı
Bir dikili taştan gayrı nem kaldı...”
Sahip olduğumuz ahlakın hayatı, rüyalarımıza da tesir ediyor. Maruz kaldıklarımızla ve razı olduklarımızla yaşıyoruz. İster istemez böyle. Rüyalarımızın kalitesindeki düşüş ya da yükseliş bu çerçeve de mühim. Hayatımızın ve ahlakımızın nasılıyla ilişkili bir hal mevzubahis…
Hadiselere ibret nazarıyla bakabilmeliyiz. Dışarıda kaotik bir dünya var. Devam ediyor. Bize rağmen ve bizimle. En güzel surette yaratılanları yakından ilgilendiren bir dünya…
Yaşadıklarımızla sınandığımız besbelli.
Hayır ve şer, helal ve haram, iyi ve kötü, güzel ve çirkin…
İçi mahşer yeri insanın. Böylesi bir varlığın hikayesini anlamak ve anlatmak pek meşakkatli. Başka bir alemle de teması mümkün bir hikaye bu. Ruhumuzla karşıladığımız o rüya alemi mesela.
Yaşamak bu kadar kolay mı? Üstüne üstlük bir de uyanık olmak…
Jurnal’den: “Hayatımız ne kadar narin, ne kadar kısa, ne kadar aldatıcı.”
İnsanın ölümü, kalbinin ölümüyle başlamakta.
Kalbin de hastalıkları var.
Rüyalarımız kirleniyormuş, ne gam! Duymak istemediğimiz gerçeklere karşı inanmak istediğimiz yalanlara teslim olmuşuz bir kere. Temizlik, kökten gerçekleşmeli. Umut, köklerde…
Pek tabii ki daha iyisine layık olmak, çaba ve gayretle mümkün ancak. Sahiden de istiyorsak bu böyle. Huzursuzluğun ve neşesizliğin girdabında hayat yaşanabilir değil çünkü…
“En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız...” mı gerçekten?
Normal olarak algılamamız gereken bazı davranışlar, meziyet olarak yerleşmiş durumda hayatımıza artık. Güven bunalımı yaşadığımız aşikar. Bir uzaklaşma bu, bir yabancılaşma, bir kovulmuşluk. Ne diyor İntibah’ta: “İnsanoğlu garip bir yaratıktır. Zamanla her şeye alışır ve alışmadığı her şeyden korkar.”
Buraya dikkat! Korku ve ümit içinde olmak. Yani kötü akıbet korkusunu hissederken O’nun sonsuz rahmetine tutunabilmek...
İnsanın nefs yapısını çok katlı bir bina gibi düşünürsek diyor Dr. Mustafa Merter, rüya bize hayat oyununu balkondan gösteriyor: "Çünkü rüya, ibret gözüyle bakıldığında bize yol göstermekle birlikte, düzeltmemiz gereken yönlerimize dair uyarıcı olan ilahi bir lütuf." (Söyleşi, Lacivert Dergi, Şubat 2018)
Kıymetini bilmeli.
Rüya, yüzleşmek için de vesile. Tam da bu hususta kuşatıyor insanın bünyesini. O an, yani yüzleşme anı, endişelerle birlikte yığılıveriyor muhatabına. Yüzleşmek, esasında, içeriye dönük bir eylem. Riskli. Karakter yarılmasıyla da sonuçlanabilmekte…
Rus ressam Aivazovski’nin 1850’de tamamladığı “9. Dalga” adlı yağlıboya eseri hatırlayalım. Denizcilerin inanışına göre orta şiddetteki 8 dalgadan sonra gelen ilk büyük ölümcül dalga bu; 9. Fırtınada parçalanmış bir gemi, doğan bir güneş ve hayatta kalmak için direğe tutunan Müslüman denizciler.
Dünya uykusu bu; doğrusuyla yanlışıyla…
“Ne oldu” diye sormak da var bu hikayenin sonunda, “Nasıl oldu” diye sormak da. Gündelik hayatta karşılaştığımız meselelerin neresindeyiz, cevabı bizde saklı. Her birinin tanığı veyahut sanığıyız. Kabullendiklerimizin rüyalarımıza olumlu veyahut olumsuz tesiri ise söz konusu hayatın nasılıyla ilişkili. Keyfimiz bilir.
Kavuştuklarımız da rüyalarımızın içinde saklı, kavuşamadıklarımız da.
Şeytani olan da, rahmani olan da.
Hasılı kelam, tercihlerimizi yaşıyoruz. Bedelini bir şekilde ödeyerek…