“Hırslar ve umutsuzluklar, sevgiler ve kayıtsızlıklar, varkalma çabaları ve kendini ölüme bırakış: büyük zenginliklerin yanı başında büyük yoksulluklar... Kral, yeni bir barbarlık çağının, Köpekler Çağı'nın habercisi mi?”
(John Berger, Kral: Bir Sokak Hikayesi)
John Berger, ‘Kral: Bir Sokak Hikayesi’nde anlatır. Kırlangıç, yanlışlıkla, bir odanın içine girer, dönmeye başlar, çünkü girdiği açık pencereyi bir türlü bulamamaktadır, giderek kanatlarını telaşla çırpar, kendisini halen gökyüzünde zannetmektedir, ama uçamadığını keşfeder, kanatlarını çırparak duraksar, hızı sayesinde içine hapsolduğu ağı parçalayabilecekmişçesine yeniden camlardan birine yönelir, bir kez daha cama çarpmış ve sersemlemiştir.
'KUŞ CAMA İNANMAZ'
Kırılmayan camın kendisine sersemletmesine rağmen…
Hikayede görüleceği üzere, odanın içine yanlışlıkla giren kuş, yanlış hamlelerde bulunmaktadır. Doğru istikamet, yanlış hamlelerle bulunabilir mi?
Üzerinde düşünülmüş ve planlanmış bir uçuştur bu…
Esasında, kuşun maruz kaldığı sarsıntılı telaş, cama inanmamasındandır. Bulunduğu yeri, gökyüzü bilmenin bedelini öder girdiği odada. Hamle üstüne hamle yapsa da, odanın içindedir ve gökyüzüne kavuşabilmesi, cam engelini aşabilmesiyle mümkündür ancak. Başarabilecek midir? İnanıyorsa, neden olmasın?..
Reel dengelere teslim olmamak için…
Kuş, cama inanmamaya inanmaya başladığında gökyüzü bilmiştir bulunduğu yeri. Fakat yaşayabilmesi için, merakla ve heyecanla yöneldiği odalarda karşılaştığı her camın üstesinden gelebilmesi gerekir. Görerek, işiterek, koklayarak, tadarak ve temas ederek…
İnanmıştır bir kere…
Girdiği odada çarptığı her cam, yıldırabilmiş midir onu? Kanatları zedelenmiştir muhtemelen, ama bu uçmasına mani olamaz, olmamıştır da. İnanmıştır bir kere camın ardına, yani gökyüzüne. Odayı tercih etmemiştir, onu bekleyen gökyüzüne, peşkeş çekmemiştir onu. Çünkü camın ardını, yaşanmaya değer bir hayat olarak kabullenmiştir. Her halükârda yaşamanın bedelidir bu: Yaralanmak.
Kafesi reddetmiştir çünkü…
Cama inanmayan kuş, elbette, başkalaşmaz, kendisi olarak kalır. Başka bir dünya umudunu muhafaza ettiği müddetçe de, yaratılış tabiatının bozulmasına müsaade etmemiş olur. Kuş kalmayı reddeden engellilerin rahatlığına talip olmaz asla. Engelsizliğinden olsa gerek: Her daim beladadır başı. Cama inanmamakla birlikte, camın ardında da rahatlık yoktur ona, uslanmaz, evet. Olmayacak işlerle meşguldür, çatışır ve çarpışır.
İlke ve ideal ne gerektiriyorsa odur istikameti…
Camın aşılamaz bir engel olduğuna inanmak, onu tutsaklaştıracaktır. Bilir bunu. Hoşgörmez. Evcilleşmek istemez, evcilleştiği an oportünist bir uyumculuğa yer açmış olacaktır hayatında. “Hayat süren leş” olarak boşluğa düşecek ve canına kıyacaktır.
Ümitvardır çünkü…
Gelgelelim, malûm hikaye şöyle devam eder: Kuşun kalbi sarsıldıkça, kanatlarından hızlı çarpmaya başlar, gagasının altında bir damla kan belirir, cama her vurduğunda bir damla daha oluşur, son çılgınca savruluş sırasında ise bir mucize gerçekleşmiştir, hedeflediği pencere camını şaşıran kuş açık pencereye yönelir, açık havada olduğunu daha kuyruğu çerçeveden çıkmadan anlar, bir cıvıltı çıkarır, kısa, zor duyulan ama apaçık bir neşe cıvıltısı…
Yaşamak ve yaşatmak ister.
Kuşun, sadece fiziken değil, kalben de yaşadığı sarsıntı neticesinde gagasından gelen kan, uyarıdır kendisine: Beslenme, temizlenme, avlanma, nesneleri tanıma… Fakat uslanır mı? Çatıştıkça ve çarpıştıkça ulaşır camın ardına. Boşluğa düşerek değil, süzülerek…
İçinde imkansızlık olmayan bir hikayedir bu.
Muradına eren kuş, kavuşmuştur gökyüzüne artık. Uçmaya devam eder; engelsiz. Fakat ilk karşılaşacağı camlı odayı görene kadar. Merakına dayanamaz, heyecanına katlanamaz. Şairin mısraından mülhem: Çünkü yaşamak, zordur kanatları olana…
Kolay elde edilmiş bir saadeti değil, yüceltici bir ıstırabı tercih etmiştir.
Belki de, kuşun inanmadığı o cam, değişeceğini zannettiğimiz bir dünyadır; çarptıkça değişmeyeceğini anladığımız, anlamaya başladıkça sersemlediğimiz…
*Ayarsız Dergisi'nde yayımlanmıştır, 2016